SINIF SAVAŞIMI VE ŞEYH BEDREDDİN
Yaşamı:
Asıl adı Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Mahmut, 1358- Edirne yakınlarında ki
Dimetoka'nın Simavna (Samona) köyünde doğdu. 1417 yada 1420. Serez de Heratlı
Mevlana Haydarın "şeran kanı helal, fakat malı haramdır" biçiminde
verdiği fetva ile idam edilmiştir. Doğduğu ve babası İsrail'in kadılık yaptığı
Simavna da başlayan öğrenimini tamamlamak için Konya'ya, daha sonra Kahire'ye gitti;
bura da Ahlatlı şeyh Hüseyin'e bağlandı. Onun emriyle gittiği Tebriz de
Timur'un önünde yapılan tartışmalarda kendi bilgisinin derinliğini kanıtladı.
Oradan Kazvin'e geçti. Buradan da Batini düşüncelerle donanmış olarak ayrıldı.
Tekrar Mısıra dönerek Hüseyin Ahleti' in halifesi, o öldükten sonrada,
tekkesinin şeyhliğini yaptı. Burada ki şeyhliğini ancak altı ay sürdürebildi.
Mısırdan ayrılarak, Halep'e geçip Timur ordularıyla Anadolu'ya döndü.
Anadolu'ya dönüşünde Alevilerin yoğun olduğu bölgeleri dolaştı. Çevresinde
kalabalık bir yandaş oluştu. Daha sonra Edirne'ye yerleşti.
Bedreddin' in, Halep de Timur' la karşılaştığı günlerde,Asya da, hatta Afrika
da bir Timur egemenliği rüzgarları esiyordu. Timur' un kafasında Anadolu'yu da
egemenliği altına alıp, oradan da rahatça Rumeli'yi kuşatmak amacındadır.
Bedreddin, burada, Timur'un huzurundaki tartışmalarda, onu, savaşmaktan
caydırmak için, hiç çekinmeden, şu sözleri söylemiştir. "Çapul üzerine
kurulan, yani emek harcamadan, yağma üzerine kurulan imparatorluklar, yine aynı
yolla yıkılacağını, halkların, büyük toplulukların, kişilerin egemenliği
altında duramayacağını, bir gün gelip o egemene, yani tahta karşı
ayaklanacaklarını söylediyse de, Timur'a geri adım attıramamıştır.
Asya da bu gelişmeler olurken, Bedreddin'in memleketinde, Avrupa' ın içlerine
kadar hükmetme sevdasında olan Osman oğlularının hükümdarı Murat Hüdavendigar,
bir Sırplı tarafından öldürülmüştür. Sonrasında da taht kavgası başlamıştır.
Bayezid, Anadolu da sancak beyi olan kardeşini öldürtüp yerine tahta geçmiştir.
Daha sonrasında, Anadolu'ya hükmetme meraklısı olan aksak Timur'un orduları
ile, Afrika ve Asya da hüküm süren Timur egemenliğine son vermek isteyen kör
Yıldırım Bayezid'in orduları, Ankara da çubuk ovasında karşı karşıya geldiler.
Bayezıd'ın orduları bozguna uğradı, Bayezıd esir düştü. Tutsaklığa dayanamayan
Bayezıd zehir içerek intihar ettti. 1402
Şeyh Bedreddin, 1402 de ki Timur istilasıyla, Osmanlıda boşalan ve hezimete
uğrayan taht kavgası boşluğundan yararlanan ve Edirne de saltanatını kuran Musa
Çelebi'nin kazaskeri oldu. Fakat, kardeşi 1.Mehmet tarafından öldürülen Musa
Çelebi'nin saltanatı da yıkılınca kazaskeri Bedreddin de 1. Mehmet tarafından
İznik'e sürüldü 1413. Şeyh Bedreddin sağlam bir medrese eğitimi almış, daha
sonra tasavvuf yolunu seçerek ünlü bir mutasavvıf olmuştur. Bu bilgileri
doğrultusunda da o büyük eseri Varidat'ı yazmıştır. Çünkü, Şeyh Bedreddin'in
yaşadığı dönem, dinsel gelişmelerin yoğun yaşandığı ve tartışılamadığı bir
döneme rastlar. Bu dönem içinde, devletin resmi dini Sünniliktir, ve halkı bu
mezhepten olmaya zorlamaktadırlar.
Şey Bedreddin bütün bu yanlış yönetimin içinde kendine, daha doğru ve insancıl
bir yol çizip, Osmanlının yanlışlarının içinden kendi doğrularıyla sivrilmeye
çalışıyordu. Osmanlının, din üzerine yaptığı yanlışları ve bu yanlışlar
ışığında din üzerine olan araştırmalarını ve tezlerini derinleştirmeye çalıştı.
İyi bir mutasavvıf olduğundan din üzerine söz söylemede yetkindi. Fakat
araştırmaları ve gözlemleri günden güne onu eski mistik ve tasavvuf yapısından
uzaklaştırıyor, düşüncesini değiştirmeye kadar götürüyordu. Bununla da kalmadı,
Mısır sultanı Barkok'un sarayında ki tartışmalardan sonra kafasında yeni
sorular belirdi. Bu soruların cevabını bulduğunda, o güne kadar yazmış olduğu
45 ciltlik tasavvuf ve mistizim kokan eserlerini götürüp Nil nehrine attı. Büyük
değişimi de o günden sonra başladı
Şeyh Bedreddin'in düşüncesini değiştirmesindeki bulgularının başında,"
evrenin varlığı, geleceği konusunda İslam bilimlerinin ileri sürdüğü nedenlerin
yetersizliği ve doyurucu olmayışıdır. Özellikle insanla ilgili yorumların,
düşünme, ruh, bilgi ve yaratılış, ölüm gibi konuların açıklanmasında İslam dini
pek inandırıcı gelmemiştir." Şeyh Bedreddin bundan sonra kendini halkın
sorunlarını ilgilendiren sorunlar üzerinde çalışmaya adadı.
BEDREDDİN'İN SİYASAL GÖRÜŞÜ VE BEDREDDİN OLAYI SINIFSAL MI İDİ ?
Siyasal Görüşü:
Şeyh Bedreddin, ne kadar bir mutasavvıf olsa da, olaylara, nesnelere ve evrene
bilim adamı kuşkusuyla bakıyordu. Her şeyi kaderciliğe bırakmıyordu. Şeriatın
ve İslam'ın düşünce ile söylencelerini reddederek her şeye evrensel gözle
bakmayı biliyordu. "Bursalı Mehmet Tahir'in, özgür düşünceli şeyhlerin
büyüklerindendi" sözü ile dile getirdiği Şeyh Bedreddin, çağının, düşünce
ve görüşünde ilerici, aydın olduğu kadarda bilimsel açıdan da son derece yüksek
düzeydeydi.
Şeyh Bedreddin, insanlar arasındaki İslam- hıristiyan, suni- alevi gibi
ayrılıkları kaldırma yanlısıydı. Bunun içinde halkı bu yöneticilerden ve bu
derece ikilik yaratan sistemden kurtarmak için yeni düşünceler geliştiriyordu.
İnsanların hep birlikte, ayrı gayrı olmadan kolektifçe yaşamasını istiyordu.
Dere beylerini ve toprakağalarını dağıtıp, bu toprakların yoksul köylüler
tarafından, ortakça ekilip biçilmesini, ortakça üretilip paylaşılmasını
düşünüyordu. Böylelikle de toplumdaki yoksul-zengin ayrımını da kaldıracağını
inanıyordu.
Şeyh Bedreddin'n bu düşünceleri, Marks'ist, Lenin'ist felsefe ile bire bir
örtüşmektedir. Marksis, Leninist felsefede olan e4mek ile sermaye çelişkisinin
ortadan kaldırılmadığı müddetçe ezen ve ezilenin, yoksul ve zenginin olacağını
ve bu çelişkiyi de kaldırmak için mutlak bir sınıf hareketine ihtiyaç olduğu
vurgulanmıştır.
Şeyh Bedreddin' hareketinin özünde de tam bu felsefe vardır. Çünkü o da
insanlar arasında ezen ezilen, yoksul ve zengin, din, dil, ırk ayrımı olmadan
mutluca ve ortak alanları paylaşarak yaşasınlar istiyordu. Bunun gerçekleşmesi
içinde derebeylerini, toprak ağalarını ve bunun ötesinde insanlar üzerinde
egemenlik kuran beyleri yıkmak, devirmek için yola çıkmıştı.
İşte, tam bu çıkışı ile de, 1402 Ankara savaşıyla, Beyazıt'ı yenerek, Timur'un
sebep olduğu, Osmanlının kötü döneminin kapanıp, kendilerine çeki düzen verip,
yeniden yükselişe geçtikleri dönemde Şeyh Bedreddin devlet yöneticilerini
kuşkuya düşürüp telaşlandırmıştır. Osmanlının, yeniden yapılanıp da yükselişe
geçtiği dönemde, devlet eliyle işlenen insanlık arasındaki din ve mezhep
farklarından dolayı ağır suçlar işleniyordu. Devletin resmi dini olarak kabul
edilen Sünnilik hep ön plana çıkartılıyordu. Başka din ve mezhepten olanlar
horlanıp hırpalanıyor, itilip kalkılıyordu. Bu kadar büyük haksızlıklar ve
Ankara savaşının yenilgisinden sonraki ekonomik sıkıntılar, yönetime karşı
duyulan güvensizlik ve başı bozukluklar Şeyh Bedreddin'in başkaldırısına zemin
ve ortam hazırlamıştır."Şeyh Bedreddin insanlar arasında ki din farkını
kaldırıp, haram sayılan her şeyi helal kılarak, yarin al yanağından gayrısını
ortak kullanılması gibi düşünceler ortaya sürüyordu. Bu düşünce ve hareketleri
ile Şeyh Bedreddin kuşkusuz bir sosyal devrim yapmayı planlıyordu. Şeyh
Bedreddin askeri kanat için de görev yaptığından, yöneticiler arasında da
örgütlediği insanlar bulunuyordu. Tüm bunlara istinattan Osmanlı devletinin
ekonomik açıdan çok kötü durumda olması ortamı daha da verimli hale getirmişti.
İş ve aş sıkıntısı hat safhaya ulaşmıştı. Böyle olunca da aşı işi olmayan çok
sayıda halk Şeyh Bedreddin'i destekliyordu.
Bütün bunlara rağmen, Osmanlının en ilginç yanı, halk ayaklanmalarının ve
bireysel başkaldırıların devletin en güçlü olduğu dönemlerde ortaya çıkmasıdır.
İsyancı güçlerin büyük çoğunluğu Aleviler arasından çıktığından, isyana
katılanlar, dinsizlikle ve zındıklıkla suçlanıyordu. Bu suçlamalar suni halk
tarafından yapılıyor ve kabul görüyordu. Ş eyh bedreddin bütün bunları bertaraf
edip, halk arasında ki suni-alevi demeden devlete karşı bir ayaklanma
planlıyordu. "Bedreddin "kansız" devrim düşünüyordu. Onun için
tabanı geniş tutmaya çalışıyordu. Zaten evrensel düşünen, din, mesep ayrımı
yapmayan birisiydi. Bu nedenle Şeyh Bedreddin'in çevresine, Hıristiyan ve
Yahudilerden de katılanlar olmuştu."
Nazım Hikmet, Bedreddin olayını, Türk halkının devrimci bir öz taşıdığını
göstermesi bakımından önemli bulmaktadır ve "işçi sınıfının politik
savaşımında, Türk köylüsünün bir bağdaşığı olarak ele almaktadır. Yani tarihin
bir döneminde, Türk halkının yarattığı ilerici bir harekettir." Kaynağın
da, Bedreddin olayı, Türk tarihinin çok önemli bir olayıdır. Ne bir Batini
hareketine ne de devlet adamlığının etkisinden yararlanarak görevini kötüye
kullanmasıdır. Bu tezde tarihin bilimsel yorumuna uygun düşenidir. Çünkü,
Anadolu'nun sosyo-ekonomik ve siyasal yapısı Moğol ve Timur istilalarıyla
bozulmuştur, bu başı bozukluktan dolayı bir çok işsizler ordusu, çevresinde boş
gezen kitleler çoğalmıştır. "Bedreddin, bunları çevresinde toparlayıp
harekete geçirmesini başarmıştır." Şeyh Bedreddin'in, ayaklanmada ki
amacı, yönetimi yıkıp yerine kendinin geçmesi gibi bir isteği ve talebi yoktur.
Ayaklanmanın özünde de böyle bir plan düşünülmemiştir. Bedreddin'in, ayaklanmadaki
amacı düzeni değiştirmek, bu düzenin kurallarını en acımasız şekilde uygulayan
yönetimi de al aşağı etmek.
Türkler, Anadolu da sağlam bir ekonomik düzen kuramadığından, bu yüzden halk
devamlı geçim kavgası vermektedir. Anadolu da ki bu boşluktan yararlanan Şeyh
Bedreddin yönetime ve düzene karşı baş kaldırır. " Anadolu yy. boyunca
sömürülen bir ülke olmuştur. Halkımızın bu günkü savaşımı yüz yıllardır süren
bir savaşımdır. Şeyh Bedreddin hareketi bu açıdan çok önemli bir tarihsel
harekettir."
Elimizde ki kaynakları derinlemesine incelediğimizde, Bedreddin'in gerçek bir
halk önderi olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü, Bedreddin kendi için istediği bir şey
yoktur. Burada ki, şeyh Bedreddin'in, yar yanağından gayrısının ortak kullanımı
düşünmesi, bu günün devrimcilerinin kolektif yaşamının ve evrensel düşüncesinin
tıpa tıp aynısı değil mi? Demek oluyor ki Şeyh Bedreddin sınıfların var
olduğunu asırlar önce saptamış, tek dayanağı olmayan, o gün ki sistemin
emperyalizm değil de, feodalizm olmasıdır. Yani sanayi proletaryası değil de,
toprak emekçilerinin var olmasıdır. Yine ortada bir emek ile sermaye çelişkisi
bulunmuş oluyor. Sanayi sermayesi yerine toprak ağaları ve dere beyleri. Demek
oluyor ki, bir yanda sömüren, bir yanda da sömürülen mevcuttur. Fakat o yy da
kimse bunu sınıf diye adlandırmamış, Marx bu felsefeyi geliştirene kadar.O
nedenle Şeyh Bedreddini, " bir halk hareketinin önderi olarak Türk
köylüsünün özündeki devrimci niteliği temsil etmesi bakımından devrim
tarihimizin önünde tutabiliriz."
Şeyh Bedreddin, günümüze ulaşan kaynaklardan aktardığımız vurgular ve yapmış
olduğu başkaldırının karakteristik yapısından ve de Şeh Bedreddin'in
felsefesinden yola çıkacak olursak, Çağının en ilerici ve devrimcisiydi
diyebiliriz. " Osmanlı toplumu, daha aydın, daha ileri bir uygarlık
aşamasında olsaydı, kendini ölüme götüren düşüncelerinden dolayı, bir dinsiz
olarak değil, toplum düzenini maddeci bir yaşama anlayışı üzerine oturtmak
isteyen devrimci bir kişi diye yargılanırdı."
ŞEYH BEDREDDİN OLAYI SINIFSAL MI İDİ?
Bedreddin, toprak sahiplerine yani özel mülkiyete karşı olduğu gibi kuvvetlinin
egemenliğine de karşı idi. O nedenle de, her zaman, fil dişi kulelerinde oturup
halkı yönetenlere kin duymuş ve baş kaldırmıştır. Bizler, Bedreddin olayına
buradan hareketle bakacak olursak, sınıfın ne olduğuna da bir göz atalım.
. " tarihsel olarak belirlenmiş bulunan, toplumsal üretim sisteminde
aldıkları yere, üretim araçları karşısındaki durumlarına (bu durumlar
genellikle yasalarla pekiştirilmiş ve şekillendirilmiştir), toplumsal emek
örgütündeki rollerine ve nihayet, toplumsal zenginlikten kendilerine düşen
payın miktarına ve bunu alış biçimlerine göre birbirlerinden farklı olan
kalabalık insan topluluklarıdır." sınıfların ve sınıf savaşımının özüne,
kaynaklarına, gelişmesine ve tarihsel kaderine ilişkin bilimsel teori
marksizmin kurucuları olan Marks ve Engels tarafından yaratılmıştır.
Bu açıklamadan hareketle, Dünya da her dönemde sınıfın varlığını kabul etmemiz
gerek, fakat bunun bir sınıf yada sınıfların mücadelesi diye tahlil edip açığa
çıkartmamışlardır. Bu açıklamanın doğrultusunda, Şeyh Bedreddin olayına bakacak
olursak sınıf savaşı demekle yanlış yapmamış oluruz. Tarihteki olayları ve
ayaklanmaları derinine incelediğimizde, ayaklanmaların çıkış ve karakteristik özelliklerine
baktığımızda " Bedreddin hareketi sınıfsal bir eylemdi. Vecihi
Timuroğlu'nun da belirttiği gibi Bedreddin olayı tarihimizin ilk sınıf
savaşımıdır. Alevi niteliği bu yanını örtülemez, ama sınıfsal yanını daha çok
açığa çıkarır." Bu güne kadar, köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda
bunların özelliklerine uygun iki temel sınıf olagelmiştir: Köleciler ve
köleler, yani köleciler efendi, kölelerde ezilen, pazarlarda alıp satılan
hiçbir hakka sahip olmayan sınıf. Feodaller ve toprak kölesi köylüler, buda bir
yanda toprak ağaları, diğer yanda da onların topraklarında ırgat olarak çalışan
toprak proletaryası. Günümüz kapitalist düzeninde de burjuva ve proletarya
sınıfıdır. Bu geçen her dönemde köleci, feodal ve burjuva toplumlarında egemen
sınıflar, üretim araçlarının hepsini yada sonuç belirleyici kısmını ellerinde
bulundurmuşlardır.
Şeyh Bedreddin olayı da feodal toplumun var olduğu bir dönemde geçtiğine göre,
yine bir sınıfın varlığını ve burada ki sınıfın toprak ağaları ve de
derebeyleri ile onların zulmü altında ki toprak emekçileri arasında
geçmektedir. Bura da ki belirleyici unsur ayaklanmanın tabandan gelmesidir ve
sistemi yıkma istemin delerdir. Yani saray içinden taht için verilen bir
mücadele değildir. Şeyh Bedreddin'in kavgası insanların ayrı gayrı
gözetmeksizin bir olması ve aynı eşit oranda devlet nimetlerinden
yararlanmasıdır. Onun için de yar yanağından gayrısının ortak kullanılması
tezini ortaya atmış ve onun doğrultusunda mücadele etmiştir. Bu günde biz
devrimcilerin isteği ve mücadelesi bu değil mi? Yar yanağından gayrısını
kolektif bir biçimde üretip paylaşmak değil mi?
Yani demek oluyor ki bu gün sanayi proletaryası sınıf savaşımının mücadelesini
veriyorsa, o gün, feodal çağda da toprak emekçileri ve devlet dini olan
Sünniliği kabul etmeyen sınıfın vermiş olduğu bir mücadeledir Bedreddin olayı.
"Bedreddin ve eserleri üzerinde bir araştırma yayınlamış olan Prof. Z.F.
Fındıkoğlu'na göre " Bedreddin Rönasans arifesine düşen Sosyalizm
tarihinin sahifeleri arasında yer alabilecek bir Türk düşünürüdür."
Kendisi yalnız 1416-1908 Türkiye'si için değil, fakat aynı zamanda 1908- 1964
Türkiye'si içinde önemli bir şahsiyettir. Çünkü Şeyh Bedreddin çığırı, bir
taraftan Türklerin Müslüman oluşundan devam eden dini-mistik sosyal mücadeleciliğine
bağlanırken, öte yandan da Türkiye'de modern alanlardaki sosyalizmin adeta
öncüsü gibi görülmektedir." Yeri gelmişken değinmekte yarar görüyorum,
kapitalizmde, burjuvazi ile proletaryadan başka, büyük çiftlik sahipleri ile
küçük toprak sahibi köylülerde vardır. Yani bu sınıflar eski üretim tarzının
birer parçasıdır, yada belirli toplumsal ekonomilerin bağrından çıkmışlardır.
"Toplumun sınıflara bölünmüş olduğu ve sınıf savaşımı, daha Marksizim
ortaya çıkmadan önce biliniyordu. Fakat sınıfların ve sınıf savaşımının
kökenlerine ilişkin bilimsel açıklama Marksizim tarafından yapıldı. Sınıf
savaşımı, sınıfsal çıkarlar arasındaki derin ve uzlaşmaz çelişkinin objektif
olarak gerekli bir sonucu ve yansımasıdır."
Öyleyse, neden Bedreddin olayına sınıf mücadelesi demekten çekinelim, her
toplumda sınıflar olduğuna göre, burada ki mücadelenin özü feodalizmi
yaratanlara karşı olduğuna göre; mücadele bu toplumdaki dere beylere karşıdır.
Küçük toprak sahiplerinin, büyük çiftlik sahiplerine karşı başkaldırısıdır, her
yönüyle ayrımcılık yapan yönetime karşıdır.Feodalizmin ana üretim gücü
topraktır. Şeyh Bedreddin de özel toprak mülkiyetine karşıdır.
"Bedreddincilik, tüm Osmanlıya ve Osmanlıdan arta kalanlara ters
gelebilir. Çünkü Bedreddincilikte özel mülkiyete karşı olmak var." Özel
mülkiyete karşı olmak yalnızca komünizmde vardır. Komünizmde sınıf savaşıyla
gelir. Burada aksini iddia etmek komünizmin kurallarına aykırıdır. "Sınıf
mücadelesinin belirleyici biçimi, politik mücadeledir; çünkü ancak politik
mücadele sayesinde burjuvazinin iktidarı aşılıp işçi sınıfı iktidarının
kurulması mümkündür. Politik mücadele bu hedefe ulaşıncaya kadar
sürdürülmelidir. Yoksa baskılardan kurtulunmaz."
Bu açıklamadan hareketle, Bedreddin olayını sınıf mücadelesine oturtmamızda
hiçbir sakınca ve yanılgı olmadığını göstermektedir. Çünkü, Bedreddin olayının
da ana karakteri politik mücadeledir. Bu mücadelenin de özünde feodal iktidarı
ve ona hakim olan feodalizmi yıkmak amacı vardır. Feodalizmi yıkmaktaki amaç,
insanlığın daha güzel, daha insanca yaşandığı, her şeyin ortaklaşa
kullanıldığı, " yarin al yanağından gayrsının" her şeyin ortak
üretilip, ortaklaşa tüketildiği bir iktidar ve yönetim amaçlanmaktadır. Bu
tanımlarda, bu gün ki Sosyalist sisteme denk düşmektedir.
Bu ayaklanmanın sonucunda da, günümüzde de yaşanan, ve sosyalistleri asıp kesen
faşist darbelerin bir benzeri de o tarihte, kaltak Osmanlının yönetimi
tarafından, Şeyh Bedreddin ve adamlarına, ayaklanmaya katkı koyan halka
uygulanmış, ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Tıpkı, 12 Eylül faşist
darbesi de buna benzemektedir. Burada ki amaçta, yükselen devrimci hareketi
bastırmak için yapılmış ve amaçlarına ulaşmışlardır. Fakat, buna rağmen, ne
kaltak Osmanlının o gün yapmış olduğu kanlı zulüm, Börklüce Mustafa'yı , Torlak
Kemal'i nasıl yıldırmadıysa, bu günde, ne 12 Martlar, nede 12 Eylüller,devrimci
hareketi geriletmesine rağmen, bu yola baş koyup yürekten inananları
yıldıramadı ve de yolundan döndüremedi. Asırlar önce böyleydi, asırlar sonrada
böyle olacak. Yani, ezen ve ezilen sınıf varoldukça bu mücadele sürüp gidecek,
ezilenler kazanmadan da bitmeyecektir.
Komünist Ozan
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA:
1) Baki Öz, Osmanlıda alevi ayaklanmaları,s.153,155, 161
2) İsmet Zeki Eyuboğlu, şeyh Bedreddin ve varidat, s. 31, 171
3) Sina Akşin ve arkadaşları, Türkiye tarihi 2.cilt, s. 212, 213, cem
yay.
4) Vecihi Timuroğlu, Simavne kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve varidat, s. 12, 18,
23, 24
5) Lenin bütün yapıtları, cilt 29, s. 415, Bulgarcadan çeviri
6) Marksist-Leninist politika ve ekonomi-politik sözlüğü 2.cilt, s. 518, yeni
dünya yayınları
7) Manfred buhr- Alfred Kosing, Bilimsel felsefe sözlüğü, s. 361-362